1. İspanyol Keşifleri ve Amerika Kıtası’na Giriş
1516 yılında Juan Diaz de Solis adlı denizci, bölgede gümüş bolluğu olduğu için Rio de Plata (Gümüş Nehri) ismini verdiği Güney Amerika’nın doğu sahillerinden kıtaya giriş yaptı.
Yerel halk olan Charrualar ise bu ziyareti düşmanca karşıladı ve Solis’i sopalarla döverek öldürdü.
Daha sonra İspanyol Hükümeti nispeten daha az barışçı bir girişim ile Pedro de Mendoza önderliğinde ilk yerleşimci koloniyi yolladı. İklimi çok güzel olduğu için Buenos Aires (İyi havalar) adı verilen bölgede şehirleşmeye başlayan İspanyol kolonisi, kısa süre sonra her şeyin iklim olmadığını anladı.
Zaten geliş amaçları hiçbir zaman güzel bir şehir yaratmak değildi. Bu yüzden kısa bir süre bu bölgede kaldıktan sonra asıl amaca odaklanmaya başladılar. Altın ve gümüş kaynaklarının sömürülmesi ve zor kullanarak yerli halktan iş gücü yaratılması amacıyla Batı’ya, İnka topraklarına doğru yöneldiler.
Bugünkü Paraguay sınırlarında yaşayan Guarani halkını esir edip prensesleriyle kendi soylu sınıfının evliliklerini sağlayan İspanyollar, sistematik sömürülerine başladı. Takip eden yüz yıl boyunca İspanyollar Güney Amerika’nın orta, batı ve güneyinde büyük topraklar elde ederken; Portekiz de şimdiki Brezilya topraklarına yerleşkelerini kurdu.
Bütün bu süreçte İspanyol ve Portekizliler sömürgelerinde şu mantığı izlediler: Halkları tanı, liderlerini esir et, halkı gümüş ve altın için çalıştır. Zorbalığın tam tasviriydi bu.
2. Aztek Krallığı’nın Çöküşü
Aztek İmparatoru Montezuma, koloni tehdidini uzun yıllar dikkatle izledi ve müdahalede bulunmadı. Tehdit kendisine geldiğindeyse barışçıl bir politika izledi. Yıllar sonra ortaya çıkan ünlü rahip Bernardino de Sahagun’un Florentine Kodeksi’nde 1560’lı yıllara denk gelen şu açıklamalar ile Aztek Krallığı’nın çöküşünü anlayabiliyoruz.
Ve İspanyollar iyice yerleştiklerinde, kentin bütün hazinelerini ele geçirmek için derhal Montezuma’yı sorguya çektiler (…) büyük bir şevkle altın aradılar. Ve bunun üzerine Montezuma onlara yolu gösterdi. Etrafını sarmışlardı (…) sıkı sıkı tutuyor, bırakmıyorlardı.
Ve ambara vardıklarında, Teocalco adındaki yere, tüm o şaşaalı şeyleri ortaya döktüler: Parlak kuş tüylerinden yelpazeler, gereçler, kalkanlar (…) buruna takılan hilal şeklindeki altın takılar, bacağa takılan altın bilezikler, altın pazıbentler, altın taçlar.
Ardından altını ayırdılar (…) Derhal bir ateş yakıp (…) tüm değerli şeyleri ateşe verdiler. Hepsi yandı. Ve İspanyollar tüm altını külçeler haline getirdiler (…) Ve İspanyollar her yeri gezdiler (…) Her şeyi aldılar; görüp beğendikleri her şeyi.
3. İnka Medeniyeti’nin Esareti
1532 yılında, İnka İmparatoru Atahualpa, Güneş tanrısı İnti’nin tapınağını soyan İspanyollara çok kızgındı.
İspanyollar, ellerindeki silah gücü sayesinde Atahualpa’nın iki bin kadar muhafızını katletti ve İmparator’u esir aldı. İnka halkına “bir oda dolusu altın ve iki oda dolusu gümüş” karşılığında krallarının bırakılacağı söylense ve talep karşılansa da Atahualpa 1533’te boğularak öldürüldü.
Takip eden yıllarda “mita” adı verilen İnka iş gücünden oluşan bir sınıf yaratıldı. Halk köleleştirildi, İspanyollara gıda ve maden sağlamak için çalıştırılmaya başlandı.
İspanyol sömürüsünde temel esaslar vardı. Tipik “böl, parçala, yönet” fikrinden ziyade, toplum içerisinde “Encomienda, mita, repartimiento, trajin” gibi sınıfsal kurumlar yarattılar. Böylece yerli halkın hayat standartlarını minimuma indirip, vakitlerini sömürmeyi amaçladırlar. Bunu da toprakları kamulaştırıp halkı “yüksek vergi / düşük ücret” makasına alarak yaptılar ve Latin Amerika dünya üzerindeki en eşitliksiz bölge haline geldi.
4. Kuzey Amerika’ya Yerleşim
Kolomb, seferlerini tamamlayıp İspanyollara Amerika yolunu açtığı sıralarda, İngiltere “Gül Savaşları” adı verilen bir iç çatışmayla mücadele ediyordu.
Yaklaşık yüz yıl sonra 1588’de İspanya Kralı II.Felipe, İngiltere’yi işgale kalkıştı ve şans eseri bozguna uğradı.
İngiltere bu sürpriz zaferle Avrupa’da yükselişe geçmeye başladı ve sonunda kendisi de sömürü yarışına katılabildi.
Fakat Kuzey Amerika aslında çok cazip değildi. Bu tercihin sebebi tamamen seçeneksizlikti. Altın ve gümüş madenleri, yerli iş gücü diğer sömürü devletleri tarafından alınmış olsa da, İngiltere bir yerden başlamalıydı. 1580’li yıllardaki başarısız birkaç denemeden sonra vazgeçmek istemeyen İngiltere 1607’de tekrar hazırlığını yaptı.
5. Virginia Kumpanyası
Kaptan Newport önderliğinde, dönemin İngiltere kralı I.James’e ithafen Jamestown adını verdikleri yerleşkeyi Virginia bölgesinde kuran İngiltere, sömürü modelini İspanyollardan almıştı.
Fakat kuzeyde durum, orta Amerika gibi değildi. Orta Amerika kabileleri, daha bireysel ve her kabile kendinden sorumluydu.
Kuzeyde, kaynak bakımından daha kıtlık olduğu için, burada Wahunsunacock adlı bir krala bağlanmış 30 kadar kabile, birlik içinde hareket ediyordu. Kral, yerleşimcilere kuşkuyla yaklaşsa da İnka’lar gibi merkezi bir otoritesi olmadığı için oldukça tedirgindi. Bu yüzden, İngilizlerle dostça ilişkiler kurmaya yeltendi. Tehlike çanları çalmaya başlıyordu.
6. Hepimizin Bildiği Karakterler: John Smith ve Pocahontas
Çizgi filminden aşina olduğumu bu isimler, Virginia Kumpanyası’nın hayatta kalmasını sağladı.
Hiçbir sömürü modelinde, koloni kendi ürününü üretmez. İngilizler de aynısını yaptı fakat 1608 kışı geldiğinde başarısız yönetim hala sömürüyü başlatamamıştı.
Kaptan Smith, İngiliz Hükümeti tarafından başa getirildi. Smith, hemen bir dizi ticari misyon oluşturdu. Bu misyonların yazılı olduğu dokümanda elbette sömürü yöntemleri vardı ve bir şekilde Wahunsunacock’un kardeşinin eline geçti.
Smith esir olarak alındı ve ilk kez bir İngilizle görüşen Kral, onu öldürme kararını kızı Pocahontas’ın ricasıyla ifa etmekten vazgeçti.
İngilizler bu deneyimden ders çıkarmakta başarısız oldular ve uzun bir süre kıtlıkla mücadele etmek zorunda kaldılar.
Bu gidişatın doğru olmadığını ilk fark eden John Smith’di. İspanyol sömürü modeli değiştirilmeliydi, çünkü şartlar tamamen farklıydı. İnkalar ve Azteklerin aksine, Kuzey kabilelerinde altın yoktu. Ayrıca iş gücü de yoktu. Güneyde mil kare başına 400 kişi yaşarken, kuzeyde bu ortalama 2 kişiye düşüyordu. İngiltere için durum çok kötüydü.
7. İngiliz Kolonileri Kıtlıkta
Bu sırada, İngiltere hükümeti ve Kral James iyice sabırsızlanmaya başladı ve eski yöntemleri kullanmak istedi.
Wahunsunacock’a hediyeler yolladı ve koloni vasıtası ile kabile kralını İngiltere’ye davet etti. Niyeti krala taç giydirmek ve bu sayede İngiltere Krallığı hizmetine sokmaktı.
Fakat Wahunsunacock bu oltaya gelmedi. Koloni liderine bir yazı yazdı. İngiltere Kralı’nın ayağına gitmeyeceğini ve bu yemi yutmayacağını söyledi. Wahunsunacock, bu olaylardan sonra iyice sinirlendi ve koloniye ticari amgargo koydu. Niyeti, koloniyi aç bırakarak teslim olmaya zorlamaktı.
John Smith, Kral James’e bir mektup yazdı ve Kumpanya’nın politikasında daha barışçıl bir yöntem izlemesine müsaade edilmesini, ayrıca bir dahaki gelen gemide mevcut kitle gibi kuyumcular değil, işçilerin yollanmasını istedi.
Koloni hayatta kalmak istiyorsa kendi üretimini kendisi yapabilmeliydi. Kral bu isteği yerine getirdi ve Smith’e marangoz, çiftçi, balıkçı, demirci, duvar ustası ve bahçıvanlar yolladı. Smith, kabileler ile iyi geçinmeye başladı. Ticareti kuvvetlendirdi ve koloni içinde “çalışmayan yiyemez” mantığını kemikleştirdi. Böylece zor da olsa birkaç kışı daha atlatmayı başardı.
8. İngilizler Ölümle Yüzyüze
Virginia Kumpanyası, para getiren bir sömürü olması gerekirken hem büyük bir maddi külfet olmaya başlamış, hem de başarısızlıkları İngiltere’de hareketi destekleyen şirketleri zor durumda bırakmıştı.
John Smith’in önerilerinden bir kısmını dikkate alan yönetim, Sir Thomas Gates’i kumpanya için Vali olarak atadı. Smith, kırgın şekilde İngiltere’ye döndü.
Gates yönetiminde koloni, daha büyük bir ızdırap yaşadı ve bir kışta nüfus yüzde doksan azaldı. Yamyamlık yapan koloniciler bile görüldüğü kaydedildi. Gates, koloniyi yöneten elit sınıf için geçerli olmayan ama yerleşimciler için çok ağır bir rejim olan “İlahi, Ahlaki ve Askeri Yasalar” maddelerini yürürlüğe koydu.
- Erkek ya da kadın hiç kimse, koloniden Kızılderililere kaçamaz. Kaçanlar ölüm cezasına çarptırılır.
- Bahçe, bağ soyan, mısır başağı çalanlar ölüm cezasına çarptırılır.
- Koloni üyeleri, kendi menfaatleri uğruna bir kaptan, gemici, yelkenci veya tayfaya bu ülkenin hiçbir malı satamaz ya da veremez. Buna uymayanlar ölüm cezasına çarptırılır.
Bu yöntemin işe yaramayacağı aşikardı. Birkaç yıl denendikten sonra büyük kayıplarla birlikte modelden vazgeçildi.
9. Birleşik Devletler’in İlk Adımı : Headright Sistemi
Kızılderilileri ve yerleşimcileri zorlamanın mümkün olmadığı 10 yıl da sürse anlaşılmıştı. Geriye kalan tek seçenek, gönül almaktı.
Yerleşimcilere teşvikler sunulmaya başlandı. Her bir erkek girişimciye 200 dönüm toprak ve Kumpanya’ya getirilecek her aile ferdi ve hizmetli için 200 dönüm daha verileceği bir kampanya başlatıldı.
Yerleşimcilerdeki erkek bireylere koloni yönetiminde söz hakkı tanındı. Bu ilk demokrasi girişimiydi.
Kuzey Amerika’yı geliştirmeyi amaçlayan İngiliz eliti, İspanyolların yaptığı gibi ve tıpkı Avrupa’da olduğu gibi hep bir üst sınıf yaratma girişiminde bulundu. Fakat İngiltere’den gelen koloniler, aslında Avrupa hiyerarşisinden bıkmış insanlardı ve kumpanyada sözlerinin geçtiğini biliyorlardı.
Koloni yönetimi ayakta kalmak için bu insanlara muhtaç olduğunu çok acı yollardan öğrenmişti. Fakat inatla denese de neredeyse her girişim başarısızlıkla sonuçlandı.
10. Eyalet Sisteminin Başlangıcı
Eyalet sistemi, meşhur 13 koloni ile gelmiştir aslında. Fakat bu maddede, neden böyle bir sistem gelmek zorunda olduğunu anlayacağız. Bir üst maddede bahsedilen girişimleri ele alalım.
En kapsamlı girişim, dönemin İngiltere Kralı I.Charles tarafından yaklaşık 40 milyon dönümlük toprağın Baltimore Lordu Cecilius Calvert’e verilmesiyle oldu. Maryland Sözleşmesi, Lorda tam istediği sistemi kurma imkanı sunuyordu ve yedinci maddede Lorda tam yetki veriliyordu. Baltimore, hemen feodal bir sisteme girişip toprakları kendi lordları arasında parçalara ayırdı. Bu lordlar toprakları işleyecek ve Baltimore elitine ödeme yapacaktı.
Bu girişimin çok benzeri de Ashley-Cooper tarafından filozof John Locke’nin danışmanlığında Carolina için yapıldı. Temelde monarşi isteyen ve açık ifadelerle olası demokrasilerden kaçınmayı amaçlıyordu bu girişimler.
Gaddar bir sistem kuruldu ve saltanatvari “leet-man” adı verilen oluşumlar getirildi. Leet-man, bir üstü olan Landgrave’lere bağlıydı. Küçük ve çok kısıtlı yetkileri olan bir parlamentoya sahiplerdi.
Maryland ve Carolina girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Nedeni ise, Yeni Dünya’nın çok fazla seçeneğe sahip olmasından ileri geliyordu. Avrupa’da işleyen sistem, burada kaynak bolluğundan ötürü işlemezdi. Yerleşimciler, hemen alternatif yaratabiliyorlardı. Bu yüzden, başarısız olan bu girişimler terk edildi ve yerleşimciler için daha fazla teşvikler konuşulmaya başlandı.
Halk, üretime bağımlı olan lordların altında kalmayacağını ve yaptırım gücünün olduğunu anlamıştı. Daha fazla siyasal hak ve ekonomik özgürlük talep etmeye başladılar, ayrıca kendi toprakları olmasını istiyorlardı. Bazı isyanlarla birlikte, Baltimore bir meclis kurmaya zorlandı.
Meclis de İngiltere Kralı’nı, Baltimore ve lordlarının yetkisini kaldırmaya ve Maryland’i bir kraliyet kolonisi olarak kabul etmeye ikna etti. Benzer girişimlerle Carolina için de aynı sonuç gerçekleşti.
1720’li yıllarda Kuzey Amerika’nın genelinde benzer süreçlerden geçmiş 13 koloni, kendi valisinin altında ve kendi meclisi olan eyaletler oluşturmuştu.
1774 yılında, İlk Kıta Kongresi bu meclislerin liderleri arasında yapıldı. Dünya genelindeki diğer çağdaş toplumlardan çok daha bağımsız ve geniş siyasi haklarla uzun bir süredir çalışan bu sistemin, İngiliz hükümetinden kurtarılması gerekliliği konuşuldu.
Kuzey ve Güney Amerika arasında şu anda görülen büyük farkın nereden kaynaklandığı, şu ana kadarki maddelerden anlaşılmıştır.
11. Kendi İçinde “Birleşik Devletler”
Kongreden sonraki gelişen olaylar, 1787’de Philadelphia’da bir anayasa hazırlanmasına kadar gitti.
Birleşik Devletler artık var olmuştu. Fakat özgürlüklerin bu denli önemsendiği bir toplum, kaçınılmaz olarak kendi içinde de güç çatışmasına girecekti.
Bu toplum özgürlükçü olsa da, demokratik asla değildi. Hiçbir eyalet kadınlara hak tanımamıştı. Egemenlik erkeklerin elindeydi. Philadelphia’da imzalanan anayasa belgesinde kölelik de yasaldı. Güney eyaletleri mecliste daha fazla koltuk kazanmak için, nüfusa göre verilecek koltuk sayısında kölelerin de sayılmasını istedi.
Kuzey eyaletleri pek köle yanlısı değildi, ayrıca köle sayısı çok daha azdı. Bu gibi tartışmalar, sonunda Kuzey’in lehine sonuçlanacak olan İç Savaş’ı doğurdu.
Savaş kanlı bir şekilde geçse de nispeten kısa sürede olaylar yatıştı. Bunun sebepleri arasında, Güney Amerika’da İspanyol baskısından kurtulmak için daha büyük bir savaş veren Meksika gösterilebilir. İspanyol yönetimini başından atan Meksika, çok fazla soğumadan ve kendi idaresini düzeltmeden Kuzey’de Amerika ile savaşmaya başladı.
İç savaşta olan komşusundan toprak alabileceğini düşünse de Texas, Arizona ve sonradan New Mexico adı verilen topraklar da kaybedildi.
Buradan da güçlenerek çıkan Birleşik Devletler 19. yüzyılda yakaladığı Sanayi Devrimi rüzgarı ile daha fazla büyürken Meksika daha da yoksullaştı.
12. Eyaletlerin Oluşumu Sürecinde Amerikan Ekonomisi
Tüm bu siyasi süreçler boyunca Amerika topraklarında yaratılan Yeni Dünya, madencilik olarak temel geçim kaynağını oluşturmuştu. Amerika, çok daha büyük toprakları olan çok fazla fırsatlar yaratabilecek bir yerdi. Avrupa’nın köklü ormanlarına rağmen odun ihracatına başlamışlardı. Bazı eyaletlerde tarım çok ciddi boyutlarda yapılmaya başlanmıştı.
Avrupa’nın, Asya sömürgelerinde de durum çok iyi gitmiyordu. Bir kısım eyaletler, köle ticaretinde çok ciddi bir piyasa oluşturmuşlardı.
Avrupalı halk, kuraklık ve savaşlarla boğuşurken Amerika gelişmesini hızlandırmıştı. Avrupalı zenginler akın akın Amerika’ya göç ediyordu. Ülke hem yatırımcı hem de iş gücü kazanmaya başlamıştı.
13. Amerikan Rüyasının İlk Oluşumları
Hala krallıklarla yönetilen Avrupa’da, ekonomi elitlerin elindeydi.
Halk, lordları için çalışıyordu. Alt tabakadan gelip üst sınıflara atlaması mümkün olmayan binlerce “parlak beyin” ziyan oluyor, fark edilmiyordu.
Patent sistemi geliştirilmişti fakat istismar ediliyordu. 1632 yılında İngiliz parlamentosu Tekel Kanunu’nu, kral her istediğine ayrıcalık sağlayamasın diye çıkarmış olsa da, sonradan amacı iş kuranlara münhasır haklar verilmesi doğrultusunda değiştirildi. Elbette alt tabakadan kimsenin iş kurma yetkisi yoktu.
Amerika, böyle bir yer değildi. Avrupa’dan göç eden herkes bu topraklarda eyalet yasasına göre büyük ekonomik özgürlüklere sahipti. Bu yüzden Avrupa’ya nazaran çok fazla ve kaliteli girişim oluyordu. Bu Amerikan Rüyasıydı.
14. “Para” Durumu
Avrupa, Napoleon Bonaparte’ın estirdiği savaş rüzgarları ile çalkalandığı sıralarda, Amerika bir üst maddede bahsedilen sektörlerde hem sorunsuz hem de başarılı şekilde gelişimini sürdürüyordu.
Zaten madencilikle birlikte oluşturduğu para, üretimin büyük çoğunluğu içerde sağlandığı için, yine ülkede kalıyordu. Birleşik Devletler, bankacılık sektörünü oluşturmaya ve geliştirmeye başlamıştı. Hatta birçok Avrupalı, parasının güvende olacağını düşünerek bu bankalara yatırım yapıyordu.
1830’lu yıllara gelindiğinde, Birleşik Devletler’de 27000 banka kurulmuş ve işliyordu. Bu, aynı yıllarda Meksika ve bütün Güney Amerika’da 50’li sayılardaydı. Ve iki tanesi bütün piyasanın %60’ını kontrol ediyordu. Birleşik Devletlerde bu konuda oldukça eşitlikçi ve rekabetçi bir piyasa hâkimdi. Devlet politikalarından bağımsız olarak bankalar hem yatırımcı çekiyor hem de üreticiye destek olabiliyordu.
Amerika artık sadece bağımsız ekonominin değil, zenginliğin de temsilcisi olma yolundaydı.
15. Teknolojik Gelişim ve Özgürlükçü Ortam
Suyun fiziksel gücü fark edildiğinde, dünya tarihi için yepyeni bir çağ başlamıştı. İlk önce su çarkları ve arkasından buhar gücü ile sanayi devrimi İngiltere’de başlamış ve bütün dünyanın gündemine oturmuştu.
Buhar gücünün ilk kullanıldığı alan, tekstil sektöründe geliştirilen makinelerdi. Pamuk üretiminin ve tekstilin mekanizasyonu, diğer sanayi dallarının da ilgisini çekti, verimliliklerde müthiş artışlar meydana geldi.
Bu fikir ve üretim akımı Kuzey Atlantik üzerinden Birleşik Devletler’e de sıçradı. Amerikalılar, İngiltere’de başlayan bu teknolojik gelişimin sağlayacağı büyük ekonomik fırsatı görmezden gelemezlerdi. Sanayi devrimi, Avrupa’da ortaya çıksa da, Amerika’da yepyeni bir boyut kazanacaktı. Çünkü Avrupa, zihniyet olarak sermayenin arkasındaydı.
Amerika ise üretim ve beynin yanındaydı. Avrupa yalnızca lordların ve sermayedarların yeni girişimlerini desteklerken, Amerika patent enstitüsü kurmuş ve sınıf gözetmeksizin herkesin projesini incelemeye başlamıştı.
16. Beyin Göçünün Getirileri
Bir fikriniz var ve hayata geçirmek için ilk ihtiyacınız elbette paradır. Avrupa’da bir üst maddede belirtilen sebeplerden ötürü, yalnızca mevcut sermaye sahiplerinin girişimleri gerçekleşti. Amerika ise herkes için bir cennetti.
Öyle ki, babası taverna bile işletmiş olan Thomas Edison, bugün bile dünyanın en önemli firmalarından birisi olan General Motors’u, tam da bu dönemde kurmuştu.
1845 yılına kadar Amerika’da alınan patentlerin %70’i düşük eğitim seviyeli ve ailesinden gelen bir itibarı olmayan mucitlerden oluşuyordu. Birçoğu Avrupa’dan göç etmişti. Patentlerini alıyor, ürünlerini satıyor, şirketlerini kurup büyümeye başlıyorlardı.
General Motors’u kurmasına yarayan parayı, ürettiği “Çift Yönlü Telgraf” makinesini Western Union firmasına 10 bin dolara satarak kazanan Edison gibi birçok girişimcinin hikayesi Avrupa ve diğer bölgelerde yayılmıştı. Birleşik Devletler, kapılarını bu tip mucitlere sonuna kadar açmıştı.
17. Geleceğin “Teknoloji” Olduğunun Fark Edilmesi
Komşularının aksine, geleceği şekillendirmeye daha yakın olan Birleşik Devletler, yalnızca kapıları açmakla kalmadı. 1820’lerde 400 kadar bankası varken, teknolojik gelişmeleri takip etmesi ve öngörülerinin sonucu 20. yüzyıla 27.000 banka ve yaklaşık 30 milyar dolarlık toplam aktif para ile giriş yaptı.
Bu, hem fikir hem de ekonomik özgürlükleriyle cazibe merkezi haline gelmesine neden olurken yarattığı rekabet piyasası da, bankaların düşük faiz oranlarında yarışmasına yol açtı.
Her banka, çevresindeki diğer bankalarla yarış içine girmiş ve düşük faizde rekorlara koşuyorlardı. Birleşik Devletler bu konuda yaptırım gücünü kullanmamıştı bile.
Yerli ve yabancı mucitler bu bankaların çok düşük faizli kredilerinden yararlanıyor, ürününü dünya piyasalarında satıp borcunu ödüyordu. Banka hem ödeyenlerden hem de ödeyemeyenlerden kazanıyordu. Birleşik Devletler hükümeti hem bankaları hem de mucitleri destekliyordu. Geleceği şekillendirecek teknolojinin öncüleri bir bir kıtaya geliyordu.
Burada hemen bir dipnot düşelim. Bunu Avrupa neden yapamadı?
Tıpkı Meksika ve diğer Güney Amerika ülkelerinde olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde de bankacılık sektörü genelde onları tekelleştirmeye çalışan siyasetçileri beslemeyi severdi. Amerika için böyle bir durum söz konusu bile değildi. Çünkü Amerikan halkı, siyasetçilerini seçebilme hakkına sahipti. Bu yüzden bankalar ve müşterileri arasında ilişki mantıklı bir sistematik içerisinde ilerleyebiliyordu. Avrupa’da böyle bir durum yoktu.
18. Amerikan Rüyasının İlk ve En Büyük Ürünleri
Sanayi devriminin ilk büyük meyvesini yiyen Caterpillar ile Mr. Holt’tur. Kendi icadı olan tarım makineleriyle 5 işçinin yapacağı işi tek bir makineyle yapabiliyordu. Amerikan bankaları da kendisine yeterli desteği verince büyümesi kaçınılmaz hale geldi.
1800’lerde İrlanda’dan, İngiliz baskısı yüzünden Amerika’ya göç eden William Ford’un, aynı düzenden yararlanıp ve hatta işleri bir tık ileri götürüp Amerikan hükümetleri ile çalışmaya başlayan oğlu Henry Ford dünyaca meşhur Ford markasını kurdu.
Tefecilerin eline bile düşmüş olsa da, Amerikan sistemi sayesinde ayakta kalabilen CocaCola. Bunlar, hala devam eden girişimler olduğu için listeye alındı. Bunun gibi yüzlerce firma var.
19. Hükümetlerin Yönetim Anlayışı
Aslında o yıllarda yapılan her 100 girişimin 70’i iflasla sonuçlanıyordu. Fakat Amerikan hükümetlerinden hiçbiri bu iflaslara ağır yaptırımlar uygulamadı.
Bankalarını da mağdur etmedi. Eyaletlerin farklı vergi sistemleri uygulamasına müsaade etti. Dolayısıyla temel bir felsefe etrafında kıvrak şekilde hareket edebilecekleri ekonomik bir zemin hazırlandı.
Yapılan bir teknolojik girişim için iflasla sonuçlandığı takdirde banka mucidin her şeyini elinden almıyordu ve şirketine ortak olmayı teklif ediyordu. Tamamen profesyonel bir şekilde şirket yönetimini devralıyor ve mucidi yönetim derdinden kurtarıp teknolojisine odaklanmasını sağlıyordu.
Buradaki zararını da belirli oranda Birleşik Devletler kasası kapatıyordu. Zarar büyük olduğundaysa, kıvrak hareketler başlıyordu. Örneğin; bölgenin temel geçim kaynağı tarımsa, vergiler bir süre artırılıyor ve bankaların zararı karşılanıyordu. Birleşik Devletler, toplumsal kalkınma için Robin Hood rolünü üstleniyordu.
20. Ortak Akıl Olgusu
Birleşik Devletler, sistem dinamiklerini her zaman ileri doğrultuda yönlendirdi. Bu maddelerde bahsedilen zamanlarda ülkenin kalkınması için var gücüyle çalıştı.
Genellikle doğru kararlar almasındaki en büyük etken de çok uluslu yapı ve herkesin aslında “göçmen” olmasıydı. Neredeyse hiç kimse (!) gelişimi destekleyecek öneri ya da projenin kimden geldiğini önemsemeden, ortak ve sorumluluk yüklü çalışmalar içerisine girdi.
Bir taraftan dünyaya pazarlanacak ürünler çıkartmayı hedeflerken diğer taraftan ülkenin kendi içinde de gelişimini sağladı. 1900’lü yıllarda savaşın içinde yüzen Avrupa ve Asya’ya nazaran, yaşanabilirlik açısından gözde bir ülkeydi. Dünyanın en iyi demiryolu ve ulaşım hattına sahipti.
Hiçbir zaman demokratik olmadı. Fakat ticaret ve kalkınma için en iyi ortamı sağlamayı genelde başardı. Bu yüzden hemen hemen her girişimcinin, şirketin, mucidin, sanatçının, zanaatkarın Amerikan Rüyası oldu.
Kaynakça
- Daron Acemoğlu, James Robinson – Ulusların Düşüşü sf. 13-42
- Bartolomeo De La Casas – Kızılderililer Nasıl Yok Edildi?
- Alan Nevins, Henry Steele Commager – ABD Tarihi (Çev:Halil İnalcık)
Yorumlar